6 Ekim 2010 Çarşamba

iman zayifliginin neticesi...

Zaaf-ı imanın mutlak neticesi olan yeis, sıkıntı, ümitsizlik ve bunlardan müteşekkil faydasız ızdırabı kendine çektiren insanlar, hastalıklı ve vehimli bir hassasiyet içinde hayatla­rını ihtiyarî olarak acılaştırırlar. Zorla kendilerini felâket­ze­de yaparlar. Mazhar oldukları bedenî, zihnî ve ruhî kuv­veti eri­tip, yürekleri bezmiş bir halde adeta harabî bir yığın olarak kıymettar ömürlerini heder ederler.
Böyle dehşetli ve mânevî müthiş tehlikeler ve bunaltıcı hallerin çok olduğu korkunç asırda asrî yaşamaya ve her kıy­metin kolayca kaybedilmesine kendi kendilerine adeta zor­­la alıştırmış olurlar. Zehirleyici ve yıpratıcı tiryakiliğe müp­­tela olurlar.
Halbuki bu insanlar Risale-i Nur’un tahkikî iman dersle­rinin sahip kıldığı kuvvet-i imanla, mazhar eylediği teyak­kuz ve ferasetle böyle vehimden ibaret hallerden kurtulsa­lar, kendilerinin tükenmez sevinç ve sürur kaynaklarına, bit­mez ve zeval bulmaz maddî ve mânevî kuvvet ve enerji men­balarına fazl-ı İlâhî olarak malik bulunduklarını göre­cek­lerdir.
Bunu hayretler ve hayranlıklar içinde müşahede edecek­ler, hayatlarında hayatî bir tebdilat yapmaya, yepyeni, gep­genç bir çağa girmeye muvaffak olacaklardır.
Ve olacağım ve olmak için her günkü cehdimde ömrü­mün sonuna kadar sebat edeceğim. Sabır ve sedakatla dua ve niyazla, istiğfar ve istiaze ile mesut ve mesrur olacağım. Bu güç ve kuvvetin, bu azim ve sebatın, bu cehd ve gayretin bana lütfedilmiş olduğunu apaşikar bir surette görmekte­yim.
Risale-i Nur ve müellif-i yektası gibi bir münevvirde mü­nevver olamayan bir çok kimseler evham, vehim ve ves­vese için­de bulunarak kendi özlerindeki mânevî vücutların ölmesine, ezel ve ebede müteveccih lâtife ve hasselerinin yıpranmasına, dumura uğramasına ses çıkarmamışlar, diril­tici ve ihyâcı bir harekette bulunamamışlardır.
Bu halde felâket, onları mutlak bir acizlik içinde bularak mahvetmiştir. Ruhî ve mânevî servetlerini mevcut ve seme­redar vaziyete yükseltmek için küçük bir gayret sarf etmeyi; bun­ların ebedî, dünya mallarının fâni olduğunu ha­yalle­rinden geçirmemişlerdir.
Böyle adamlar yalnız dünyevî mal ve paradan züğürt dü­şerek herşeyinin mahvolup gittiğine inanan, nur-u iman­dan ve teyakkuz ve ferasetten mahrum, illet-i vehme ken­dilerini kaptırmış eblehlerden ibarettir. Böyle kimseleri yeis, korku, vehim, mürailik ve sinir hastalıkları kaplar ve onla­rın hakikatte var olan dinamik mevcudiyetleri felce uğrar.
Halbuki tahkikî imanla münevver nikbin kimseler derler ki: Beni her meşru şeyde muvaffak kılacak güç ve kuvvete mazhar ve malikim. Kendimi diriltecek mücahede-i nefsa­niye gayret ve kudretine sahibim. Her meşru şeyi yapmak mümkündür ve kolaydır, hiçbir şey kaybedilme­miştir.

Zübeyr Gündüzalp ...Notlarindan...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder